WWW.AHMETTURKAN.COM.TR

ZAMAN HER ŞEYİ ANLATIR

  • Yazıtipi boyutunu arttır
  • Varsayılan yazıtipi boyutu
  • Yazıtipi boyutunu azaltır
Anasayfa HABERLER SON HABERLER Demokrasi yolu kışladan geçer!

Demokrasi yolu kışladan geçer!

e-Posta Yazdır PDF
26 Kasım 2012 / ABDULKERİM BEDİR
Türkiye’nin ‘ileri demokrasi’ye ulaşabilmesi, askerin sistem içindeki rolünün yeniden düzenlenmesine bağlı. Bu konuda yeni ve etkili demokratik adımlar atılması şart. Ordu, Sayıştay denetimine açılmışken 2010’daki geri adım ve 35. Madde’nin hâlâ kaldırılmaması normalleşmeyi zaafa uğratıyor.

Balyoz darbe davası kısa süre önce sonuçlandı. Cumhuriyet tarihinde bir ilk gerçekleşti. Bir sivil mahkeme aralarında ordu komutanlığı, kuvvet komutanlığı yapmış askerlerin de bulunduğu kişileri darbeye teşebbüsten ağır cezalara çarptırdı. Bu durum, 10 yılda bir darbeyle inkıtaya uğrayan Türk demokrasisi için önemli bir gelişme.

Daha düne kadar yargılamak şöyle dursun, askere soruşturma açma teşebbüsünde bulunan savcıların  başına gelmeyen kalmıyordu. Saygın bir savcı itibarsız, işsiz güçsüz bir insan konumuna düşürülüyordu. 12 Eylül darbesi hakkında iddianame hazırlayan Sacit Kayasu ile Şemdinli olaylarını mahkemeye taşıyan Ferhat Sarıkaya’nın yaşadıkları en yakın misaller. Kontgerillayı ilk kez kayıtlara geçiren Ankara Savcı Yardımcısı Doğan Öz’ün başına gelen ise en kötüsüydü. Öz, bu cesur çıkışından kısa süre sonra Ankara sokaklarında suikaste kurban gitmişti.

Son yıllarda çokça tartışılan sivil-asker ilişkilerini anlamak için tarihî köklere inmek gerekiyor. İlişki iki önemli kökten besleniyor. Birincisi Osmanlı’dan bugüne taşınan asker-millet kültürü, diğeri İttihat ve Terakki döneminin mirası olan askerî bürokrasi hâkimiyetindeki idari yapı.

Ordu son zamanlardaki konumuna, 1960 darbesi, 1971 muhtırası ve özellikle 1980 darbesiyle ulaştı. 1990’larda ise PKK sorunu sebebiyle askerin siyasiler üzerindeki ağırlığı kendini iyice gösterdi. 1980 ile 1990 arasında İtalya, Arjantin, Yunanistan, İspanya gibi ülkelerde normalleşme adına önemli adımlar atıldı. Fakat Türkiye, güvenlik ihtiyaçlarını gerekçe göstererek bu gelişmelere uzak durdu. 2000’li yıllarda asker-sivil ilişkilerinde önemli düzenlemeler oldu. Lakin bu ilişkiler demokratik bir ülkede olması gerekenden hâlâ uzak. Hükümetin ‘demokratik Türkiye’ için daha fazla adım atması gerekiyor. Yeni anayasa ile birlikte yapılacak düzenlemelerle Türk demokrasisinin açmazları ancak giderilebilir.

 

Meşhur 35. Madde yerinde: Türkiye, son yıllarda darbecilerle hesaplaşmaya başlasa da 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve 27 Nisan’ın tahribatları halen giderilmiş değil. Darbelerin ‘yasal kılıfı’ sayılan Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesine henüz dokunulmadı.

35. maddeyi içeren 211 sayılı TSK İç Hizmet Kanunu’nun kabul ediliş tarihi 4 Ocak 1961. Ancak 1935 yılında çıkarılan 2771 sayılı Ordu Dahili Hizmet Kanunu da, 35. madde hükmünü aynen içeriyor. 77 yıldır yürürlükte olan meşhur madde, bütün darbelerin gerekçesi olarak gösteriliyor.

Hatırlanacağı üzere 12 Eylül 1980 darbesini tebliğ eden ilk bildiride de; “Ülke yönetimine İç Hizmet Kanunu’nun verdiği Türkiye Cumhuriyeti’ni kollama ve koruma görevini yüce Türk milleti adına emir ve komuta zinciri içinde ve emirle yerine getirme kararlılığıyla el kondu.” deniyordu.

Boğaziçi Avukatlar Derneği Başkanı Fikret Duran, 35. Madde’nin kaldırılmasının pratikte bahanenin ortadan kalkması anlamına geleceğini ifade ediyor. Ona göre, bu gerçekleşirse, darbecilerin hukuktan kaynak alma imkânı kalmayacak. Zaten 35. Madde benzeri bir kanun AB ülkelerinin hiçbirinde yok. Duran, “Gerek konjonktürel yapıda gerekse askerî yargı sistemindeki temel sorun, sistem değil şeffaflık. Bunun için öncelikle askerî yargının bağımsızlığının ele alınması gerekiyor.” diyor.

28 Şubat soruşturması kapsamında tutuklanan emekli Orgeneral Çevik Bir, tüm savunmasını 35. Madde üzerine bina ediyor. Çetin Doğan da, Balyoz darbe planlarının deşifre olmasının ardından yaptığı açıklamada bu tarz çalışmaların TSK’nın Cumhuriyet’i koruma ve kollama görevi çerçevesinde yapıldığını öne sürmüştü. Son olarak 12 Eylül darbesinin lideri Kenan Evren, 35. Madde’ye sığınanlar arasındaydı.

TSK’ya verilen Cumhuriyet’i ‘kollama ve koruma’ görevi hayli muğlak. Darbelerin gerekçelerini ortadan kaldırmak ve Türkiye’nin değiştiğini, darbe dönemlerinin kapandığını göstermek adına, bu maddenin değiştirilmesi önemli.

Prof. Dr. Yasin Aktay, demokratikleşme süreci devam edecekse bu maddenin kaldırılması gerektiği görüşünde. Aktay’a göre, aslında yasa mevcut hâliyle bile darbe yapma rolü vermiyor; fakat yoruma açık olması darbecilere yarıyor.

Genelkurmay’ın konumu: Üzerinde en fazla tartışılan konulardan biri Genelkurmay Başkanlığı’nın konumu. Bu mesele, AB Komisyonu’nun Türkiye ile ilgili değerlendirme raporlarında da yer alıyor. Sivil-asker ilişkisinin demokratik bir zemine oturması için gerekli görülüyor. Genelkurmay Başkanlığı 1961 Anayasası ile Millî Savunma Bakanlığı’na ‘bağlı’ olmaktan çıkarıldı; Başbakanlığa karşı ‘sorumlu’ tutuldu. Oysa tüm demokratik ülkelerde genelkurmay başkanlığının savunma bakanlığına bağlı olması, genel kabul gören bir uygulama. Bu durum Türkiye’nin üyesi olduğu NATO, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) ve Avrupa Konseyi tarafından da benimseniyor.

Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi (BİLGESAM) adına ‘Silahlı Kuvvetler ve Demokrasi’ raporunu hazırlayan Prof. Dr. Ali Karaosmanoğlu’na göre Genelkurmay ile kuvvet komutanlıklarının yönetim ve denetimi ilk aşamada askerî bir konu olmakla beraber, son tahlilde siyasi bir mesele. Onun için, Savunma Bakanlığı aracılığı ile en üst merci olarak hükümet tarafından yürütülmeli.

Daha fazla şeffaflık: Demokratik ülkelerde parlamento, askerî konularda bütçenin hazırlanması ve denetlenmesinde görev yapıyor. Türkiye’de savunma harcamalarının denetlenmesinde yasama, yürütme ve yargının her birinin farklı aşamalarda görev ve yetkileri var. Denetim mekanizmaları, özde, demokratik ülkelerdekilere benzer yetkilere sahip; ama uygulamada ne kadar başarılılar, o tartışılır.

Türkiye’de Parlamento denetiminin en zayıf yanlarından biri savunma harcamaları. 2004’ten itibaren bu alanda önemli ilerlemeler oldu. Sayıştay ve Parlamento denetiminden muaf tutulan Savunma Sanayii Destekleme Fonu ve Türk Silahlı Kuvvetleri Güçlendirme Vakfı’nın hesapları savunma bütçesine dâhil edilerek denetime açıldı. Ayrıca, Sayıştay’a TSK’nın envanterindeki devlet mallarını denetleme yetkisi verildi. Bu değişiklikler savunma ile ilgili şeffaflığın belli ölçüde artmasına sebep oldu. Ancak Aralık 2010’da Sayıştay Kanunu’na getirilen değişiklikle envanterdeki devlet mallarıyla ilgili Sayıştay raporlarının kamuoyu ile paylaşılması hususundaTSK’nın da görüşü alınma şartı getirildi. Mesele ‘Askerî sır’ kavramı çerçevesinde TSK’nın değerlendirmesine bırakıldı. Yani bir anlamda iş çıkmaza sürüldü ve şeffaflığın önüne geçildi.

Türkiye, NATO’ya üye ülke olarak savunma harcamalarının şeffaflaştırılması konusunda diğer ittifak üyelerinin epey gerisinde. Dünya çapında yolsuzlukla mücadele amacıyla kurulan Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün (Transparency International, TIUK), 93 ülkenin savunma bütçelerindeki şeffaflığı konu aldığı Ekim 2011 raporunda, askerî harcamada şeffaflık kategorisinde Türkiye, düşük ve orta seviye arasında; Afganistan, Bulgaristan, Hindistan, Ruanda, Tanzanya ve Vietnam gibi ülkelerle aynı sırada. Savunma bütçesinde şeffaflık kategorisinde de Nepal, Sri Lanka, Uganda ve Zambiya’nın gerisinde kalıyor.

Yeni düzenlemede gizliliğin açık tanımı yapılmıyor. Bu durum, gizliliğin çok geniş olarak yorumlamasına yol açıyor. Akaryakıt alımı, er ve erbaşın yiyecek ve kıyafet harcamaları dahi denetimsiz kalabiliyor. Bu arada 2012’de yapılan düzenlemeyle Sayıştay’ın yetkileri iyice tırpanlandı.

Prof. Dr. Ali Karaosmanoğlu, raporunda ordunun denetlenmesi konusunda önemli tespitlerde bulunuyor: “Yasama organının; savunma bütçesi, savunma harcamaları ve silahlı kuvvetlerin elindeki tüm kamu mallarının her türlü denetimi bakımından kesin yetkisi olmalıdır. Bu yetki ‘otomatik onay’ın ötesinde savunma konularında bilgili uzmanların yardımı ve parlamento komisyonları ve Sayıştay’ın aracılığıyla etkili bir şekilde kullanılmalıdır.”

Ordunun sivil denetiminin sağlanması yalnızca demokratikleşme sürecinin sağlıklı işlemesini sağlamıyor. Aynı zamanda güvenlik sektörünün de etkin ve verimli çalışmasına büyük katkı sağlıyor.

 

Ombudsman askere de baksın!: Şeffaflık, demokrasinin olmazsa olmazlarından. Anayasa referandumu sonrasında idarenin işleyişiyle ilgili tüm şikâyetleri incelemekten sorumlu olacak bir Kamu Denetçiliği Kurumu (Ombudsmanlık) kurulmasına imkân tanındı. Fakat Silahlı Kuvvetler’in askerî nitelikli faaliyetleri ombudsmanlığın görev alanı dışında bırakıldı. Hâlbuki askerî faaliyetlerin kamu denetçiliği kapsamına alınması Türkiye’nin son yıllardaki gündeminde önemli bir yer tutuyordu.

Bu meselenin hayata geçirilmesi Türkiye’nin Avrupa Birliği sürecinde yerine getirmesi gereken yükümlülükler arasında. AB’nin Türkiye için yayımladığı ilerleme raporlarında, kamu yönetiminin hukuka uygunluğunun sağlanmasını teşvik edecek bir kamu denetçiliği kurumunun kurulması gerektiği sıkça dile getiriliyor.

Askerî Eğitim müfredatı değişmeli: 10 yılda bir darbe gören ülkede darbeci zihniyeti anlamak için onların nasıl bir eğitimden geçtiğine bakmak gerekiyor. İnsanlar darbe yanlısı veya demokrat doğmuyor, sonradan şekilleniyor. Bu kadar darbe yaşayan ülkede askerî eğitim sisteminin sorgulanması son derece normal. Eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök, TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu’na yaptığı açıklamada harp okullarındaki müfredatın değişmesi gerektiğini vurgulamıştı. Ordunun en tepesinde bulunmuş birinin ilk kez bu türden açıklama yapması bazılarını şaşırtsa da, Özkök sorunun temeline dikkat çekmişti aslında.

Emekli Hâkim Albay Dr. Ümit Kardaş da darbeye adı karışan paşaları cezalandırmakla sorunun çözülmeyeceğini vurguluyor. Ona göre, sorunun çözümü için temele inmek, yani demokrasiye, hukuk devletine saygılı subaylar yetiştirmek, dolayısıyla müfredatı değiştirmek gerekiyor.

Tevhid-i yargı gerekiyor: 2010’daki Yüksek Askerî Şûra (YAŞ) kararlarıyla kamuoyu hukuk sisteminin nasıl bir çıkmaza girdiğine şahit olmuştu. O toplantıda Balyoz davası sanıklarından Tümgeneral Halil Helvacıoğlu, Tümgeneral Gürbüz Kaya ve Tuğamiral Abdullah Gavremoğlu terfi etti. Fakat Başbakan Tayyip Erdoğan, dönemin Millî Savunma Bakanı Vecdi Gönül ve dönemin İçişleri Bakanı Beşir Atalay bu üç generalin terfi kararnamelerini imzalamadı. Generaller Askerî Yüksek İdare Mahkemesi’ne başvurdu. Mahkeme paşaları haklı bularak çok tartışılacak kararlara imza attı. Paşalar terfi etmekle kalmadı, aynı zamanda YAŞ’ta alınan atama kararlarını onaylamayan Erdoğan, Gönül ve Atalay’dan 40 bin lira tazminat kazandı. Çift başlı yargı meselesi bu olaydan sonra Türkiye gündemine iyice oturuyordu.

Avrupa’nın birçok ülkesinde askerî yargı, sivilleşme yoluyla tamamen kaldırılmış durumda. Askerî mahkemesi bulunan ülkelerde ise tüm askerî yargı kararları sivil yargının denetimine açık. Almanya, Norveç, İsveç ve Danimarka gibi ülkelerde barış zamanında askerî yargı bulunmuyor. Avusturya’da hem barışta hem savaşta askerî yargı yok. Hollanda’da 1991 yılında sivil mahkemeler, askerî suçlar üzerinde yetkili kılındı. Askerî mahkemelerin bulunduğu İngiltere ve İtalya gibi ülkelerde ise askerî yargı kararları sivil denetime açık. İngiltere’deki askerî temyiz mahkemesi tamamen sivil yargıçlardan oluşurken, İtalya’daki askerî kararlar sivil yargıya bağlı Temyiz Mahkemesi tarafından denetleniyor

Emekli Hâkim Albay Kardaş’a göre, Çift başlılığa sebep olan; demokratik, sivil, hukuki denetimi engelleyen; demokratik rejimle yönetilen ülkelerde bulunmayan ve anayasanın 156. maddesinde düzenlenen Askerî Yargıtay kaldırılmalı ve ikinci derece denetimi istinaf mahkemelerine, temyiz incelemesi ise Yargıtay’ın bir dairesine bırakılmalı. TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu da bir süredir askeri darbeler ve ordunun demokratik sistem içindeki konumuyla ilgili çalışıyor. Komisyon bu konuda 4 maddelik bir eylem planı önerdi. Askerin siyaset ve toplum üzerindeki ağırlığını azaltıp, sivil-asker ilişkisini demokratik bir zemine oturmayı amaçlayan yol haritası şöyle: “1. Anayasa ve diğer mevzuattaki hükümlere açıklık kazandırılması. Yani, barışta ve savaşta, iç ve dış güvenlik bakımından, sivil otoritenin üstünlüğü, yönetim ve denetim yetki ve sorumluluğuna sahip olduğu tereddüde yer vermeyecek şekilde hükme bağlanması. 2. TBMM’nin silahlı kuvvetlerin eylemleri ve savunma bütçesi üzerindeki denetimi sağlanması. 3. Genelkurmay Başkanlığı ve kuvvet komutanlıklarının yürütme ile bütünleştirilmesinin gerçekleştirilmesi. 4. Askeri yargının sınırlanması ve çift başlı yargının kaldırılması.”

Referandumla asker-sivil ilişkileri nasıl değişti?

Askerî Yargı: Anayasa’nın 145. maddesi değiştirilerek askerî mahkemelerin yetki alanı, askerlerin hizmet ve görevleriyle ilgili işledikleri suçlar ile sınırlandırıldı ve anayasal düzene karşı suçların adliye mahkemelerinde görülmesi hükme bağlandı. Askerî savcı ve hâkimlerin özlük işleri, ‘görevli bulundukları komutanlıkla ilişkilerinin askerlik hizmetlerinin gereklerine göre düzenleneceği’ ibaresi kaldırıldı. Böylece askerî yargıda hâkim ve savcıların bağımsızlığına ilişkin önemli bir adım atılmış oldu. 156. maddede yapılan değişiklikle de Askerî Yargıtay’ın kuruluşu, işleyişi, mensuplarının disiplin ve özlük işlerine ilişkin ilkeler arasından ‘askerlik hizmetlerinin gerekleri’ ibaresi kaldırıldı.

Yüce Divan: 148. Madde’de yapılan değişiklikle AYM’nin Yüce Divan sıfatıyla yargıladığı kişiler arasına genelkurmay başkanı, kara, deniz ve hava kuvvetleri komutanları ile jandarma genel komutanı da dâhil edildi.

Yüksek Askerî Şûra (YAŞ): 125. Madde’de yapılan değişiklikle YAŞ’ın terfi işlemleri ve kadrosuzluk sebebiyle emeklilik hariç ilişik kesme kararları için yargı yoluna başvuru imkânı tanındı; ancak YAŞ’ın diğer kararları yargı denetimi dışında bırakıldı.

Geçici 15. Madde: 12 Eylül 1980 darbesini gerçekleştirenlerin ve yönetim sivillere devredilene kadar yasama ve yürütme yetkisini elinde bulunduranların tasarruflarına ilişkin yargıya başvuru imkânını kapatan geçici 15. Madde kaldırıldı.

Durmak yok, çalışmaya devam

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’e göre 2023 yılına kadar demokratikleşme adına ele alınması gereken konu başlıkları şöyle: 1- Genelkurmay’ın Millî Savunma Bakanlığı’na bağlanması. 2- 35’inci Madde’nin kaldırılması. 3- Jandarmanın yapısı, konumu ve görev tanımı. 4- Profesyonel orduya geçiş. 5- Askerlik süresinin kısaltılması. 6- Zorunlu askerlik. 7- TSK’da verilen askerî eğitim. 8- Okullardaki Millî Güvenlik dersleri. 9- Kaç ordu komutanlığı olacağı, bunların nerelerde bulunacağı. 10 -Mustafa Muğlalı gibi isimlerin kışlalardan silinmesi. 11- Askere dayak, kötü muamele sıfırlanmalı. 12- Millî günlerde tanklı, toplu görüntülere son verilmeli. 13- Askerî harcamalar şeffaflaşmalı. 14- OYAK’ın varlığı ve işlevi gözden geçirilmeli. 15- TSK’da VET (verimlilik, etkinlik ve tutumluluk) prensibi uygulanmalı.

Normalleşme süreci 2000’lerde başladı

Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) iktidarından sonra asker sivil ilişkisinde normalleşme adına ciddi adımlar atıldı. Hayata geçirilen reformlar, Türk demokrasisi için kayda değer nitelikte. 2000’lerin başında gerçekleştirilen Millî Güvenlik Kurulu (MGK) ve Genel Sekreterliği ile ilgili düzenleme asker-sivil ilişkisinde normalleşmenin başlangıcı olarak kabul ediliyor. MGK Genel Sekreterliği’nin sivillere devredilmesi bu anlamda önemli bir gelişme. Uzun yıllar ordunun siyaset üzerindeki hâkim rolünün simgelerinden olan millî güvenlik siyaset belgesi, nam-ı diğer ‘kırmızı kaplı kitap’ 2006’da değişikliğe uğradı. Sonraki yıllarda o güne kadar çok tartışılan bir kavram, daha doğrusu hiç temeli olmayan bir iddia geçerliliğini yitirdi; irtica, ‘birinci tehdit’ olmaktan çıkarıldı. O yıllarda sivilleşme adına başka önemli adımlar da atıldı. Yükseköğretim Kurumu ve Radyo Televizyon Üst Kurulu’ndaki askerî üyeliklere son verilmesi ve Savunma Sanayii Müsteşarlığı’na sivil üye atanması bunlardan bazısı.

E-muhtıra ve gerilen ilişkiler

2006’da Genelkurmay Başkanı olan Yaşar Büyükanıt’ın dönemi asker sivil ilişkisi açısından selefi Hilmi Özkök devri gibi olmadı. Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde yayımlanan 27 Nisan e-muhtırası ilişkileri gerdi. İktidarın takındığı demokratik tavır önemliydi. Öncekiler gibi ‘şapkayı alıp gitmek’ yerine karşı bildiriyle cevap verdi ve kamuoyundan büyük destek gördü. İlk kez gerçekleşen bu olay, asker-sivil ilişkilerinde kırılma noktası olarak algılandı. 2007’de ilişkiler farklı bir boyut kazandı. Zira işin içerisine hukuk da girdi. Ümraniye’de bir evde bulunan bombalarla başlayan Ergenekon soruşturması zamanla genişleyerek yüksek rütbeli subaylara kadar ulaştı. İlk defa, kuvvet komutanlığı yapmış orgeneral rütbesinde subaylar tutuklandı. Bu, kamuoyunun hiç de alışık olmadığı bir durumdu. Ergenekon davalarıyla başlayan süreç, Balyoz, İnternet Andıcı, Poyrazköy gibi davalarla devam etti. Özellikle üst düzey komutanların ve muvazzaf askerlerin yargıya hesap vermesini sağlayacak hukuki reformların gerekliliği, 2010’daki referandum sürecinin belirleyicisiydi.

İkinci AK Parti iktidarı döneminde iç güvenlik alanında yaşanan en önemli gelişmelerden biri 2010 yılı başında Emniyet Asayiş Yardımlaşma (EMASYA) protokollerinin yürürlükten kaldırılması oldu. Zira EMASYA askerin kent merkezlerinde operasyon yapmasına imkân sağlayan ve bu özelliğiyle darbe planlarına dayanak olarak gösterilen bir düzenlemeydi.

AK Parti’nin üçüncü dönemi

AK Parti, 12 Haziran 2011 tarihinde yapılan genel seçimlerde yüzde 50 oyla 3’üncü kez iktidar oldu. Seçimlerin hemen ardından asker-sivil ilişkileri açısından önemli gelişmeler yaşandı. Bunlardan en önemlisi YAŞ öncesinde Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner ile hava, kara ve deniz kuvvetleri komutanlarının istifa etmesiydi. Paşaların istifası beklenen etkiyi yapmadı. Aksine normalleşme adına kayda değer bir adım bile sayıldı. İkinci bir kırılma noktası olarak da görüldü. Hükümet krizi, Orgeneral Necdet Özel’i önce Kara Kuvvetleri’ne, daha sonra da Genelkurmay Başkanlığı’na atayarak çözdü. Başbakan’ın kararlı tavrı askerin artık hükümetin hâkimiyeti altına girdiğine delil sayıldı.

Bu arada Yüksek Askerî Şûra (YAŞ) ve MGK’daki oturma düzenlerinde önemli değişiklikler yapıldı. YAŞ’da daha önce masanın başında ve başbakanın yanında oturan genelkurmay başkanı, diğer komutanların yanına geçti. MGK’da ise önceden sivil üyelerle askerler masanın birer tarafında karşılıklı otururken, karışık düzene geçildi. Bunlar da sivil iradeyi güçlendiren adımlar hanesine yazıldı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Zafer Bayramı’nda Başkomutan sıfatıyla tebrikleri kabul etmeye başlaması da aynı kapsamda değerlendirildi. Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’in Balyoz davası kararlarından sonra mahkemeye saygılı tutum takınması demokratikleşme adına kayda değer.

 

KAYNAK:AKSİYON

 

İstatistikler

OS : Linux c
PHP : 5.3.29
MySQL : 5.7.43
Zaman : 06:47
Ön bellekleme : Etkisizleştirildi
GZIP : Etkisizleştirildi
Üyeler : 3475
İçerik : 644
Web Bağlantıları : 8
İçerik Tıklama Görünümü : 1742423

Sıcak Haberler

ASLA ÜMİDİNİ KAYBETME. DAİMA CESUR OL.

(Hiçbir skor kesin yenilgi değildir)