Aşk-ı Nurani
Binlerce maruf gelir geçer, gün olur gece kurulur
Kimi hakikatine dokunur, kimi mecazda savrulur
Adedi meçhul hisler ustanın tezgâhında dokunur
Vakti gelmemiş arif edeple makamında yoğrulur
Rüzgâra kalbini sermiş talip tohum misal örtülür
Kelebek kanadını çırpar ömründen ömür dökülür
Bal arısı çiçeklere uğrar, hayal peteklere süzülür
Yola düşen garip yolcu gurbet toprağıyla sürülür
Bardağı taşıran haddini bilmez meşkte boğulur
Aşkın olduğunu görmez cazip renklerle avunur
Büyüdükçe büyür, hatıralarla köşesinde durulur
Maşuk olup derde düşen âşık dillere destan olur
Hem nasıl bilsin insan, asırlardır gizlenmiş sırrı
Bilse ne olur, tanımamışsa büründüğü ince zırhı
Kurulan muhteşem sofralar, tattığı acı bir kırıntı
Zevk ve neşeyle sarhoş, sonrasında daim sıkıntı
Sabah güneşi bekler gibi yâri bekleyen saf âşık
Aldanma her sabah doğan güneşe şaşkın alışık
Firakı mukadder maşuklardır dünyaya sarmaşık
Güneşi olmayan sabahındadır vuslat, az karışık
İçini acıtan ne varsa aşka dair deme yalan dolan
Hepsinin gayet meşru bir sebebi var kalbe doğan
Perdelere takılma, asıldır ışık sönünce kaybolan
Haddini aşıp yırtma, yoktur sana perdesiz varan
Kolay âşık yoluna çıkan seraba gönlünü kaptıran
Teslime talip yıllar yılı güzelini sinesinde taşıyan
Nasibidir sonunda damla damla kısmetine yağan
Yorma ve yorulma, asıl aşk ki sahnelerde oynanan
Ha vuslat ha hicran, farksız, sen sadece huzurla dol
Ya dalga ya tanecik, sırrı sende maşuk ariflerden ol
Ey âşık, kıl nazar-ı tevhit ta ki parçalanmadan bir ol
Ah Aşk! Sen de çözül ve çekil aradan usulca kaybol
Ne mecazi, ne de hakiki, Aşk-ı Nurani, "La" ile var ol.
Hüseyni
5 Ekim 2016, Eyüp