WWW.AHMETTURKAN.COM.TR

ZAMAN HER ŞEYİ ANLATIR

  • Yazıtipi boyutunu arttır
  • Varsayılan yazıtipi boyutu
  • Yazıtipi boyutunu azaltır
Anasayfa Alıntılar ALINTILAR 28 Şubat NATO projesiydi

28 Şubat NATO projesiydi

e-Posta Yazdır PDF

28 Şubat darbesi öncesi Genelkurmay Başkanlığı’ndaki brifinglerde NATO konsepti vurgusu yapıldığını belirten eski Milletvekili Ufuk Uras,

“28 Şubat projesi aslında bir NATO projesiydi. 12 Eylül de öyleydi, 15 Temmuz da böyle.” dedi.

 

Ufuk Uras'tan yeni bir sol parti - Politika Haberleri - Radikal

Özlem Coşan / Özel Haber - Küresel salgından darbelere, mahallelere bölünen sosyal hayatımızdan dünyanın geleceğine kadar pek çok konuyu Ufuk Uras’la masaya yatırdık. Uras, 12 Eylül, 28 Şubat ve 15 Temmuz’un birer NATO projesi olduğuna dikkati çekerek: “kimin yaptığına bakmaksızın, darbelerin kendisine karşı çıkmamız lazım” ifadelerini kullandı.

İnsanlığın kaderiyle oynuyorlar
AFET kapitalizmi diye bir şey var, bu musibetleri kâra dönüştürme. İnsanlar küçük kârların peşinde koşarak bütün insanlığın kaderiyle oynayabiliyorlar. Son günlerin yapımı ‘Don’t Look Up’ (Yukarı Bakma) filminde de bu vurgulanıyor. Dünyanın efendileri, insanların hayatıyla bu kadar oynama hakkını kendilerinde görebiliyor.

TÜRK solunda hak, özgürlük, eşitlik ve adalet adına yerli ve milli duruşu temsil eden Ufuk Uras, Türkiye ve dünya gündemine ilişkin görüşlerini Diriliş Postası’na anlattı. Dünyada özellikle son zamanlarda "aşı ırkçılığı" adı verilen bir gündem var. Zengin ülkelerin aşıya erişimleri karşısında az gelişmiş ülkelerin aşıya erişimde büyük sorun yaşadıkları görülüyor. Hatta aşıya hiç ulaşamayan milyonlar var. Konuyu iktisatçı kimliğiniz ile değerlendirdiğinizde aşılardaki 3. 4. ve 5. doz hatırlatmalarla birlikte büyüyen bu aşı ekonomisi ile aşı ırkçılığı yan yana gelince neler söylersiniz?

Bunlar çok doğru tespitler. Aslında her alanda biz şunu görüyoruz: dünyanın bir hiyerarşik dizilişi var ve bu hiyerarşik diziliş içerisinde bir kriz gündeme geldiği zaman meselenin birileri ve ötekileri oluşuyor. Bu aşıda da böyle. Konunun tarafl arı için bunu bir 'afet kapitalizmi' içerisinde kâra dönüştürmek önemli. Harari'nin de son kitaplarında altını çizdiği bir konu var, sizin de dikkatinizi çekmiştir: artık Afrika gibi ülkeler aslında sömürülmeye bile layık görülmeyip ötekileştiriliyorlar. Yani artık dikkate alınmayan bir kesim ve giderek neredeyse Nietzsche'nin o 'üst insan'dan mülhem seçkin, beyaz, avantajlı kesimini esas alan bir dünya yapılanması söz konusu. Peki, bunlara karşı ne yapılacak meselesi hakikaten önemli. Görünen o ki, bir dünya pandemi ile beraber geride kaldı ama yeni dünyanın nasıl şekilleneceğini üzerine müthiş bir hegemonya mücadelesi var.

YENİ KÜRESEL HEGEMONYA

Hegemonya demek kuralları ortaya koyma inisiyatifi demektir. Kabul etmek gerekir ki, küresel güçler bu hegemonyayı kuruyorlar ve bu da çok kutuplu bir yapı. Bizim gençliğimizde 50'li-60'lı yıllardaki "bağlantısızlar hareketi" yok, "3. Dünya hareketi" yok, bir kapitalizm karşıtlığı yok. Gerçi iki kutuplu dünya düzenindeki kapitalizm karşıtlığı da kapitalizmin zaferi ile sonuçlandı; çünkü bürokratik diktatörlükten de bir şey olmayacağı ortaya çıktı. Yani o sosyalist rejimlerdekiler de kapitalistleşme ve modernleşme paradigması içinde hareket ettikleri için kendi düşmanlarına dönüştüler. Peki, bundan sonra ne olacak? Mesela bu Birleşmiş Milletler'de Erdoğan'ın ifade ettiği "Dünya beşten büyüktür" yaklaşımının içi nasıl doldurulacak? Dünyayı yöneten 5'li ya da bunu 10’a çıkarabiliriz, bunlar kendi imtiyazlarından vazgeçmedikleri durumda ne yapılacak? Aşı dahil olmak üzere ekonomik eşitsizlikler, gelir ve servet dağılımı bozuklukları ve küresel ısınma ile beraber dünyanın çok büyük riske sokulduğunu da görüyoruz. Biz gelecek kuşaklara bıraktığımız dünyayı maalesef daha iyisi ile değil, daha kötüsü ile terk ediyoruz.

KATEGORİK KARŞITLIK YETERLİ DEĞİL

Burada benim gördüğüm kategorik bir kapitalizm karşıtlığının da yeterli olmadığıdır. Yani yerine neyi koyacağımızı ön göremiyoruz; çünkü yerine neyi koyarsak koyalım bu, yurttaşın rızasından, onayından geçmeli. İnsanların gönüllerini fethetmek, yani eski jakoben 'halka rağmen halk için' denilen ve aydın despotizmine dayanan anlayışların da 21. yüzyılda hiçbir karşılığı yok. Peki, ekonomik düzeyde tam olarak ne ikame edeceğimizi bilemiyorsak acaba bu tartışmayı bir 'medeniyet' telâkkisi üzerinden yapabilir miyiz? Var olan medeniyete, modernleşmeci dünyaya karşı başka bir medeniyet tasavvuru, tahayyülü ortaya koyabilir miyiz? Galiba kritik nokta burası ve bunun yapılması gerekiyor ancak bahsettiğim kolay bir şey değildir. Bir yanda batıda üretilen değerleri ve oradan ne geliyorsa doğrudur dediğinizde bâtıla düşüyorsunuz. Böyle demeden evrensel değerlerle acaba yerel değerlerin hemhâl olduğu yeni bir yaşam tahayyülü oluşturabilir miyiz?

“İNSAN İNSANIN VİRÜSÜ OLDU”

Hobbs "insan insanın kurdudur" derdi şimdi insan insanın virüsü oldu. Bir küçücük virüs hepimizin dünyasını alt üst etti. Geleneksel yaşam biçimini tercih edenlere yönelik "bak el sıkışmıyorlar, tesettürlüler, peçe takıyorlar" derlerdi şimdi kimse el sıkışmıyor, peçeli bir şekilde dolaşılıyor. Hayat bizi bu noktaya getirdi. Fransız devriminin o Jakobenlerini düşünelim, giyotinlerin devrimci terörüne çok büyük methiye düzenler aynı şeyi IŞİD (terör örgütü DEAŞ) yapınca, bu giyotinle kafa kesmeler iyi değilmiş dediler. Demek ki, kimin kestiğine bakmadan kafa kesmenin kendisine karşı çıkmak lazımmış. İşte, 28 Şubat ve bütün darbelerde de biz bunu yaşamadık mı?

DARBELERİN HEPSİ BİR NATO PROJESİYDİ

Sizin bir açıklamanız var. “12 Eylül'e karşı yapılan müdahale, 15 Temmuz ile birlikte tamamlandı” diyorsunuz. Bunu biraz açalım mı?

Sonuçta bütün darbelerin ortak noktası halkın iradesi karşısında bir toplumsal mühendislik yapmaktır. Biz 28 Şubat sürecinde bazı kesimler ile kafa kafaya geldiğimizde şuna şahit olduk: Genelkurmay'ın brifinglerine acaba ne konuşuyorlar diye kendi arkadaşlarımızı da yolluyorduk. Orada şu söyleniyordu: "NATO konseptini değiştirdi, biz de konseptimizi değiştirdik. Eskiden Doğu-Batı ekseni vardı şimdi Kuzey-Güney ekseni var". Bundan da anlaşılıyordu ki, 28 Şubat projesi aslında bir NATO projesiydi. 12 Eylülde öyleydi, 15 Temmuz da böyle. 15 Temmuz akşamı dünya basını beni değişik yerlerden aradı ve bunun arkasında kimin olduğunu sordular. Olayın sıcaklığında “kimin olduğunu bilmiyorum ama arkasında halkın olmadığı ortada” dedim. O dönemler hatta kendi arkadaşlarımızın içerisinde de herkesi meydanlara çağırması nedeniyle Erdoğan'ı sorumlu tutanlar oldu; ancak insanların şehit olmasından kim sorumludur, darbeyi yapanlar. 12 Eylül darbesinden bu mantığa göre de Ecevit sorumludur; çünkü Kenan Evren'i zamanında kendisi Genelkurmay Başkanı yapmıştı. Bunun gibi bir mantıktan bahsediyoruz.

***
Mahalleler arası köprü lazım

BAŞIMIZA gelen bütün melânetleri aşabilmek açısından böyle bir ortak akla ihtiyacımız var. Bu da belki hepimizin kendi mahallesinden çıkarak, seküler mahalle ya da mütedeyyin mahalle olabilir, köprüler inşa ederek yeni bir ortak akıl oluşturmasıyla mümkün olabilir. Bunun içinde çoğulculuk şart. Çoğulcu zeminde bunu ancak tesis edebiliriz. Bu çok kolay değil ama zaten kriz dediğimiz şey, teori ile pratik arasındaki yarılmadır. Bir şey gidiyor biliyoruz ama gelmekte olan ne bunu bilmiyoruz. Böyle bir durumla karşı karşıyayız. O yüzden kavramlarımız da geçiş süreci kavramları. Belki de bizi heyecanlandıran da bu. Genç kuşaklardan daha ümitvar olmamızı mümkün kılan da bu. Ne olmaması gerektiğini söylemek, ne olması gerektiğini otomatik olarak önümüze koymuyor. Türkiye özelinde bakalım, var olan iktidarın mesela yanlışlarını sıralamak otomatik olarak sizi iktidar yapmıyor. Dolayısıyla yeni bir yaşam tahayyülü, yeni bir medeniyet telakkisi üzerine yoğunlaşmak lazım. Şöyle bakalım, bir şeyin kendisine itiraz etmeden sonuçlarına itiraz etmek anlamlı olmuyor. Zaten o sonuçların arka planındaki insan-doğa ilişkisi, insan insan ilişkisi problemli olduğu için tabiri yerindeyse ‘deveden büyük fil var o da fareden korkarmış’ misali bugün bir virüse yeniliyoruz.

***
Darbenin kendisine karşı çıkmalıyız

BÜTÜN bu darbelerin kendi içinde bir sürekliliği var, kim yaparsa yapsın darbelerin kendisine karşı çıkmak gerekir. 27 Nisan E-Muhtırası sonrası Çağlayan meydanında kimlerin toplandığına baktığınızda durumu anlıyorsunuz, 15 Temmuz darbesine de 28 Şubatlara ve bunların hepsine karşı çıkmak lazım. Dolayısıyla bütün bu meselelerde siyasetin alanı daralıyor mu, genişliyor mu ona bakmamız gerekiyor. Kriteri böyle kurduğunuzda illaki her kesimin doğrusu ve yanlışı da olabiliyor; doğruya doğru, yanlışa yanlış demek gerekiyor. Esas itibariyle toplumda iyi giden şeylerden sevinmek, yanlış giden şeylerden üzülmek gerekir. 'Ne güzel bak toplumda kriz oluyor, bu bana yarar' şeklinde bakmamak yani kendi toplumunun yaşadığı sıkıntılara, değerlere yabancılaşmamak, bir sömürge aydını gibi, bir Japon turist gibi bakmamak bu kıvama getiriyor insanı. Yaşaya yaşaya bir demlenme oluyor hayatımızda ve tüm bunları da yaşadıklarımızdan öğreniyoruz.

24 Oca 2022 -

Muhabir Özlem Coşan

https://www.dirilispostasi.com/haber/9216257/28-subat-nato-projesiydi

 

İstatistikler

OS : Linux c
PHP : 5.3.29
MySQL : 5.7.43
Zaman : 16:39
Ön bellekleme : Etkisizleştirildi
GZIP : Etkisizleştirildi
Üyeler : 3475
İçerik : 644
Web Bağlantıları : 8
İçerik Tıklama Görünümü : 1745911

Sıcak Haberler

ASLA ÜMİDİNİ KAYBETME. DAİMA CESUR OL.

(Hiçbir skor kesin yenilgi değildir)