KANSERE KARŞI MİNERAL TAKVİYESİ

Cuma, 19 Nisan 2024 06:53 Ahmet TÜRKAN
Yazdır

<br/><a href="http://oi57.tinypic.com/2eauqtx.jpg" target="_blank">View Raw Image</a>

Kansere Karşı Mineral Takviyesi


Yeterli miktarda antioksidan içeren multivitamin ve mineral preparatları, kanser riskini minimuma indirir. Besin destekleri ayrıca, kanserin dışındaki kronik hastalıklara karşı da korur. Stresli yaşam ve işlenmiş gıdalar yüzünden, başta kanser olmak üzere hayatı tehdit eden hastalıklardan korunmak zorlaştı. Bu noktada beslenme rejimini destekleyecek özel takviyeler büyük önem taşıyor. Kanser riskini minimuma indirecek en önemli besin destekleri; yeterli miktarda antioksidan içeren bir multivitamin ve mineral preparatı, flavonoidler açısından zengin bitki özleri, yeşil içecekler, probiyotikler ve balık yağı preparatlarıdır... Bu tamamlayıcı preparatlar en fazla yararı; sağlıklı bir diyetle birlikte düzenli olarak kullanıldığında sağlar.

DNA'YI ONARMAYA YARDIM EDERLER
Antioksidan, vitamin ve mineral preparatları; dokuların işlevlerini yerine getirebilmesine yardımcı olur. Vücudumuzdaki milyarlarca hücrenin her biri, zarlarının ve diğer hayati yapılarının gücünü koruyabilmek için bu bileşenlere gereksinim duyar. Öte yandan antioksidan, vitamin ve mineraller; enzim sisteminin de düzgün çalışmasını sağlar. Enzimler; hücrelerdeki hasarı onarmaktan sorumludur. Örneğin, DNA kırılgan yapıdadır ve çoğaldığında veya toksik bir molekülün saldırısına uğradığında ufalanabilir. Böyle bir hasar, hücrelerin mutasyona uğramasına yol açabilir. Bunun olası bir sonucu; kontrol dışı büyüyen hücreler, yani kanserdir. Normal şartlarda enzimler bu bölgeye doğru harekete geçer ve DNA'yı orijinal şekline geri getirir. Fakat eğer enzim üreten sistem çalışmıyorsa, hücrenin işlevi daha çok bozulur. Bu durumun diğer sonuçları arasında; yaşlanmanın hızlanması ve kanser dışındaki kronik hastalıklar da yer almaktadır.

TEK TABLET YETMEZ
Doğru dozları içeren çoklu vitamin/mineral formülasyonlarını bulmak için etiketlerini dikkatlice okumalısınız. Ancak bu besinlerin tümünü doğru dozlarda içeren tek bir preparat yoktur. 'Günde tek tablet' preparatları iyi düzeyde vitamin içerir fakat mineraller açısından yetersizdir. Vücudunuzun vitaminler kadar minerallere ve antioksidanlara da ihtiyacı vardır. Antioksidanlar arasında ise; betakaroten, C ve E vitamini ile selenyum ve çinko mineralleri bulunmaktadır.

BETA-KAROTENİ TEK BAŞINA DEĞİL E VİTAMİNİ VE SELENYUM İLE ALIN
Yapılan çalışmalar; antioksidan kombinasyonlarının, tek başına herhangi bir antioksidandan daha çok yarar sağladığını doğruluyor. Bir araştırmada; mesane kanseri olan 65 hasta iki gruba ayrılıyor. Bir gruba multivitamin-çinko preparatı veriliyor. Diğer gruba ise multivitamin- çinko preparatının yanı sıra günde 40 bin ünite A vitamini, 100 mg. B6 vitamini, 2000 mg. C vitamini, 400 ünite E vitamini ve 90 mg. çinko veriliyor. Beş yıl boyunca uygulanan destekleyici tedavi sırasında; multivitamin-çinko alan grubun yüzde 80'inde tümörün tekrarlandığı görülüyor. Bu oran megadoz vitamin alanlarda ise yüzde 40 oluyor. Aslında antioksidanların çoğu yalnızca bir veya iki konuda yararlıdır fakat yarar sağladıkları alanlarda çok etkili olurlar.

SİGARA İÇENLER DİKKAT!
Antioksidanlar, dar bir fayda penceresine sahiptir ve ek destek gerektirmektedir. Bilim adamlarının yaptığı son çalışmalar beta-karotenin; C, E vitamini ve selenyum yokluğunda alındığında, hasara uğrayabileceğini göstermiştir. Hasara uğramış beta-karoten de karaciğer, atardamar çeperi ve akciğerler için son derece toksiktir. Özellikle sigara içenlerde kanser riskini artırdığı iddia edilmektedir. Beta-karoten; E vitamini ve selenyum ile birlikte alındığında ölümleri azaltabilir. 


Prof. Dr. ERKAN TOPUZ


<br/><a href="http://oi58.tinypic.com/2jagikn.jpg" target="_blank">View Raw Image</a>







<br/><a href="http://oi61.tinypic.com/ofngo0.jpg" target="_blank">View Raw Image</a>

Fesleğen Stresi Azaltıp Kalbi Koruyor

Yemeklere lezzet katan fesleğen, insan sağlığını olumlu etkiliyor. Fesleğen tüketiminin; kalp sağlığına, ödemlere, DNA hasarına iyi geldiği biliniyor. Stresle savaşan fesleğen, ayrıca kan şekerinin düzenlenmesine de yardımcı oluyor. Fesleğen, aroma artırıcı olarak bilinmesine rağmen, birçok hastalıkla savaşta da önemli rolü olan bir bitkidir; anti-inflamatuar (iltihap), antibakteriyel ve anti-stres özellikleri bulunur. Yunanca'da 'kraliyet' anlamına gelen, binlerce yıldır bitkisel ilaç olarak kullanılan fesleğen; günümüzde de en yaygın sağlık sorunlarıyla mücadele yollarından biri olmaya devam ediyor. İşte, fesleğenle ilgili bilinmesi gerekenler:

DNA HASARINDAN KORUR
İçerdiği yüksek antioksidan yağlar, K vitamini, kalsiyum ve besin değeri açısından çok zengin olan fesleğen; DNA hasarına karşı mücadelede son derece etkilidir. Yani bu mucizevi bitki, genetik bilginin depolanmasını korumaya yardımcı olur. DNA; kromozom olarak adlandırılan işlevsel birimlerdir. Kromozomlar, hücre içinde genetik değişimlere uğrayabilir ve kanserin büyümesine bağlı DNA mutasyonlarına veya serbest radikallerin aktivasyonuna neden olabilir.

BAKTERİLERİ BÜYÜTMÜYOR
Fesleğen, reyhan ve nane benzeri yapraklar; beta-kariyofilen içerir. Beta-kariyofilen de; artrit (eklem iltihaplanması) ve inflamatuar (bağırsak iltihaplanması) bağırsak hastalığı gibi rahatsızlıkların tedavisinde etkili bir maddedir. Fesleğendeki, suda çözünen flavonoidler (orientin ve vicenin) radyasyona karşı koruma sağlıyor. Yapılan araştırmalarda; fesleğenin, patojen bakterilerin büyümesini engellediği görülmüştür. İranlı bilim adamlarının yaptığı bir çalışmada da; fesleğendeki yağların, insan sağlığı üzerinde olumlu etkileri olduğu ortaya çıkmıştır.

ÖDEME KARŞI ETKİLİ
Araştırmada bu yeşil ve aromalı bitkinin, akciğer enfeksiyonları ile ilişkili bakterilerin büyümesini kısıtladığını ortaya koyuyor. Malezya'da fareler üzerine yapılan bir çalışmada ise, fesleğenin ödeme karşı etkili olduğu kanıtlandı.

KOLESTEROLÜ DÜŞÜRÜR
Hayvanlar üzerinde yapılan deneyler sonucu fesleğenin, akciğer ve kolon kanserlerinde tümör erimesini sağladığı ve immün yetmezliğini ortadan kaldırdığı da biliniyor. Yüksek antioksidan içeren fesleğen, kalp sağlığı üzerinde de etkili. Yapılan araştırmalar; fesleğen yaprağı ektresinin yüksek kolesterolü düşürdüğünü gösteriyor. Bu biki ayrıca yüksek total kolesterol ve LDL kolesterol gelişimini engelliyor. 


Prof. Dr. ERKAN TOPUZ




<br/><a href="http://oi58.tinypic.com/2jagikn.jpg" target="_blank">View Raw Image</a>







<br/><a href="http://oi57.tinypic.com/8vyc5k.jpg" target="_blank">View Raw Image</a>

Enginar Kanserin Yayılmasını Önlüyor

İnsan vücuduna sayısız faydası olan enginar, kolesterolden diyabete kadar birçok hastalıkla mücadele ediyor. Kanserin yayılmasını önleyen bu sebze, ömrün uzamasına da yardımcı oluyor. Bir Akdeniz bitkisi olduğu için ülkemizde bol bulunan enginar; içeriğindeki kuarsetin, rutin, gallik asit ve sinarin nedeniyle kanser, kalp hastalığı, karaciğer bozukluğu, yüksek kolesterol ve diyabet gibi birçok sağlık problemine karşı koruma sağlıyor. Bu yazıda da enginarın sayısız yararları hakkında bilgi vereceğiz... Enginar kolay tüketilebilen, besleyici mineraller ve fitokimyasallar içeren bir sebzedir. Çoğu kişinin en sevdiği parçası ortasıdır ama aslında en faydalı yeri, yapraklarıdır.

KOLESTEROLÜ DÜŞÜRÜR
Enginar yaprağı özünün, hastalıklarla mücadele edip ömrü uzattığı; 2009 yılında İngiltere'de yapılan bir araştırma ile ispat edilmiştir. 2004 yılında ABD Tarım Bakanlığı tarafından yürütülen kapsamlı analiz ise enginarın, en sık tüketilen sebze olduğunu ortaya koydu. Enginar; Amerika'da tüketilen ilk dört sebze içinde yer alıyor. Küre enginar olarak bilinen 'milk thistle' bitkisi de dünyanın en eski ve en etkili sebzesi olarak bilinmektedir. Enginar ve enginar yaprağı özü, vücuttaki kolesterol düzeylerini düşürüyor. Amerika'da gerçekleştirilen 12 haftalık bir araştırmaya katılan 75 hastaya; her gün 1280 miligram enginar yaprağı verilmiş. Araştırma sonunda, deneklerin total kolesterol düzeyinde yüzde 4.2 oranında azalma kaydedilmiş.

YAPRAĞI SİNDİRİM DOSTU
Enginarın kalp sağlığına ve yüksek kolesterol hastalarına etkisini incelemek için yapılan başka bir çalışmada ise enginar yapraklarının tedavi edici etkisine rastlanmıştır. Altı hafta boyunca yarım enginar özü tüketen hastalarda, total kolesterol düzeyinin yüzde18.5 oranında azaldığı görülmüştür. Enginardaki yüksek sinarin konsantrasyonu; sadece kolesterol değil, sindirim sistemine de katkıda bulunur. Sinarin, safra üretimini uyarıcı olarak bilinir ama yağların sindirimini ve absorbe edilmesini de sağlar.

KARACİĞERDEKİ DOKULARI KORUYOR
Her derde deva bir bitki olan enginar; safra üretimini artırdığı için karaciğer sağlığı açısından da çok önemlidir. Enginar, flavonoid silimarin içeren güçlü bir karaciğer koruyucudur. Karaciğerdeki dokuların hücre zarlarının içinde meydana gelen lipit peroksidasyon sürecini düzenler. Enginarın içeriğindeki birçok güçlü polifenol ise prostat kanserinin önlenmesinde rol oynar. Enginar tüketiminin ayrıca meme kanseri ve lösemi tedavisinin yönetiminde de etkili olduğu bilinmektedir. Enginar yapraklarındaki kuarsetin ve gallik asit gibi antioksidanların; kanserli hücre ölümünü artırdığı ve kanserli hücrelerin yayılmasını azalttığı yapılan pek çok araştırma ile kanıtlanmıştır. Pek çok araştırma, enginarın mucizevi bir sebze olduğunu ortaya koymuştur.

ENGİNAR YAPRAĞI TÜMÖRLERİ KÜÇÜLTÜYOR
Slovak Cumhuriyeti'ndeki yapılan bir çalışmada; enginar yaprağı özünün 24 saat içinde lösemi hücrelerini öldürdüğü saptanmıştır.

ZEYTİNYAĞI İLE BİRLİKTE TÜKETİN
Almanya'daki bir araştırmada ise enginardaki bitkisel kimyasalların, kanser ajanlarını bloke ettiği görülmüştür. Beyin tümörü tedavilerinde; günde 400 gram enginar yaprağı tüketen hastaların yaşam süresinin uzadığı, 2006 yılında dünyanın saygın tıp dergilerinde yayınlanmıştır. Zeytinyağı ile birlikte tüketildiğinde mide kanserleri üzerinde de tümör küçültücü etkisi olduğu bildirilmiştir.

KOLON KANSERİNDE DE ETKİLİ
Enginar yaprağındaki sinarin; karaciğer, prostat, meme, yumurtalık, kolon, akciğer ve mesane kanserlerinde de faydalı oluyor.

YAŞAM KALİTESİNİ YÜZDE 20 ARTIRDI
İngilterede, bağırsak sendromlu ve hazımsızlık çeken 208 hasta üzerinde yapılan bir çalışmada; enginar yaprağı ektresinin yüzde 26.4 oranında iyileşme yarattığı gözlendi. Hazımsızlık belirtileri ise yüzde 41 oranında azaldı. Deneklerin yaşam kalitesi yüzde 20 oranında arttı. 


Prof. Dr. ERKAN TOPUZ


<br/><a href="http://oi58.tinypic.com/2jagikn.jpg" target="_blank">View Raw Image</a>






<br/><a href="http://oi58.tinypic.com/34xertk.jpg" target="_blank">View Raw Image</a>

Akdeniz Mutfağı ile Sağlıklı Kalın

Sebze-meyve, zeytinyağı ve balık tüketimine dayalı Akdeniz diyeti; kanser, şeker ve kalp hastalıklarından koruyor. Zeytinyağı; kemik erimesi ve ülsere karşı da etkili. Akdeniz diyeti, uzmanların en çok önerdiği beslenme şekillerinin başında geliyor. Bu sağlıklı diyet; lif içeriği zengin sebze ve meyvelerle, Omega 3 içeren az yağlı asitlerden oluşuyor. Yapılan araştırmalar bu beslenme tarzının; kalpdamar ve sinir hastalıklarına engel olduğunu ortaya koyuyor.

KOLESTEROLÜ DENGELER
Akdeniz diyetinin en faydalı besin kaynağı ise içeriğinde tekli doymamış yağ asitleri bulunan zeytinyağı. Bilimsel araştırmalara göre zeytinyağı; iyi kolesterolü yükseltiyor, kötü kolesterolü ise düşürüyor. Binlerce yıldır Akdeniz insanı, çok zengin besin değeri olan meyve, sebze, tam tahıl, ceviz, baklagiller, balık, zeytinyağı ve yağsız etlerle besleniyor.

GİRİT MUTFAĞI SAĞLIKLI
Akdeniz diyetinin en bilinen mutfağı ise Girit mutfağıdır. Yapılan çalışmalar; Giritliler'de kalp-damar hastalıklarına çok daha az rastlandığını gösteriyor. Akdeniz diyetinin içeriğinde; güçlü antioksidan etkisi bulunan polifoneller ve faydalı yağ asitleri bol miktarda bulunuyor. Bu faydalı bileşiklerden 'hydroxytyrosol acetate' zeytinyağında, Omega 3 ise balıkta bulunuyor. Resveratrol maddesi ise kara üzüm çekirdeği başta olmak üzere birçok bitkinin içinde bulunuyor. Günümüzde yapılan bilimsel araştırmaların çoğunun sonucuna göre; Akdeniz diyeti kanserden de koruyor. İrlandalı araştırmacılar; zeytinyağının, özellikle kolon kanseri hücrelerinin üreme ve yayılma kabiliyetlerini önlediğini söylüyor.

GİZLİ SİLAH ZEYTİNYAĞI
Yapılan araştırmalar; güçlü antioksidan etkili polifenol bileşiklerinin, zeytinyağının içindeki gizli silah olduğunu gösteriyor. Avrupa'nın beş ülkesinde yapılan ve 200 kişinin katıldığı bir çalışmada; zeytinyağının günlük tüketiminin yarattığı etkiler araştırıldı. Katılımcılara üç hafta boyunca, günde belirli miktarda zeytinyağı verildi. Bu araştırma sonucunda; lipoprotein değerlerinin arttığı, trigliserit değerinin ise gözle görülür ölçüde düştüğü kanıtlandı.

DAMAR SERTLİĞİNİ ÖNLÜYOR
Akdeniz diyetinin kalp-damar sağlığı üzerindeki koruyucu etkisi; deniz ürünlerinde bol miktarda bulunan Omega 3 yağ asitlerinden kaynaklanıyor. Öte yandan Omega 3 yağlarının zeytinyağıyla birlikte tüketilmesi, kalp hastalıklarından korunmada etkili rol oynuyor. Norveçli araştırmacılar, denizden gelen Omega 3 yağları ile damıtılmış zeytinyağı karışımının damar sertliğini yavaşlattığını belirtiyor.

Salisilik Asit KADAR ETKİLİ
Doktorlar; kalp ve damar hastalığı riski taşıyanlara, düzenli olarak salisilik asit kullanmalarını öneriyor. Çünkü salisilik asit; damar açıcı özelliğiyle kalp krizi riskini azaltıyor. Zeytinyağında bulunan polifenoller de damarları korumada salisilik asit kadar etkili. Ayrıca zeytinyağının, kan pıhtılaşması konusunda da etkili olduğu kanıtlandı.

ANTİBİYOTİK ETKİSİ ÜLSERDEN KORUR
Zeytin yaprağı ektresinin içindeki hydroxytyrosol, tyrosol, oleuropein gibi maddeler, kolon kanseri hücrelerini yok ediyor. Öte yandan zeytinin özü de mide kanseri hücrelerinin gerilemesine, hatta yok olmasına neden oluyor. Zeytin polifenolleri, ülsere neden olan helicobacter pylori bakterisine karşı da antibiyotik etki gösteriyor.

KEMİK ERİMESİNE KARŞI DA ETKİLİ
Her derde deva olan zeytinyağı; kemiklerin yaşlanmasını ve kırılgan hale gelmesini de engelliyor. Özellikle menopoz sonrası görülen kemik erimesi riskini de önemli ölçüde azaltıyor. İki yıl önce İtalya'da yapılan farklı bir araştırma ise, zeytinyağının diyabet tedavisinde de yararlı olduğunu gösteriyor. 


Prof. Dr. ERKAN TOPUZ



<br/><a href="http://oi58.tinypic.com/2jagikn.jpg" target="_blank">View Raw Image</a>








Doğanın Mucizevi İlacı: Mantar

Sofraları süsleyen mantar; tedavi edici özelliğiyle de tanınıyor. Bağışıklık sistemini güçlendiren mantarlar, kanser hastalığının tedavisinde de büyük etki gösteriyor. Mantarlar; kendilerine özgü tat ve lezzetiyle, eski çağlardan beri dünya mutfaklarında kullanılıyor. Son zamanlarda birçok mantar türünün, minyatür ilaç fabrikaları olduğu keşfedildi. Antioksidan özelliğine sahip olan mantarlar; diyabet, böbrek hastalıkları, yüksek kolesterol ve kanser gibi hastalıkları tedavi ediyor. Özellikle reishi, shiitake ve maitake mantarları, kanser savaşında mucizevi etkiler gösteriyor. İnsanoğlunun binlerce yıldır, bu özelliğini bilmeden tükettiği mantarlarla ilgili bilgiler şöyle:

TÜMÖRÜ ÖLDÜRÜYOR
2 bin yıldır Çin'de kullanılan reishi mantarı; antikanser özelliğiyle biliniyor ve bağışıklık sistemini güçlendiriyor. ABD'de yayınlanan bir makalede; reishi mantarının, kanser hücrelerini öldürdüğü bildirildi. Tayvanlı bir araştırma grubu; reishi mantarında bulunan F3 polisakkaritler isimli karbonhidrat molekülünün, tümörleri ya da kanser hücreleri ile ilişkili antijenleri (bir tür bakteri) tanıdığını iddia etti. Maitake mantarının da, reishi mantarıyla benzer özelliklere sahip olduğuna inanılıyor. 2009 yılında bir kanser merkezi tarafından yapılan bir araştırma; maitake mantarının, meme kanseri hastalarının bağışıklık sistemlerini uyardığını göstermiştir. Bir başka araştırma ise Maitake mantarlarının mesane kanserindeki tümörü 72 saat içinde küçülttüğünü ortaya çıkardı.

GRİPTEN KORUYOR

Shiitake mantarı, lezzetli olduğu kadar sağlık için çok yararlıdır. Yapılan pek çok araştırma; shiitake mantarının yaşam süresini uzattığını ve tümöre karşı etkili olduğunu gösteriyor. Bu mantarın yararlı olduğu dünyada yapılan pek çok çalışmada kanıtlandı. Çin'de 2008 yılında yapılan bir çalışmaya göre; shiitake mantarı, kanser hastalarının hayatta kalma oranını artırıyor ve tümörleri tahrip ediyor. Shiitake mantarından elde edilen Hexose bileşimi (AHCC), Japonya'da kanser hastaları üzerinde alternatif olarak kullanılıyor. Teksas araştırmacıları tarafından 2011 yılında yapılan bir çalışma; AHCC'nin, virüs ve grip gibi enfeksiyonlarda vücudun korunmasında etkili olabileceğini göstermiştir.

HIV VİRÜSÜNE KARŞI DA ETKİLİ
Rus bilim adamlarının yaptığı bir araştırma; huş ağacı üzerinde yetişen bir mantar türü olan Chaga'nın, HIV virüsü taşıyan kişiler üzerinde de etkili olabileceğini gösteriyor. Yapılan araştırmalar; mantarların tümörleri öldürebildiğini gösteriyor. Ancak mantarların; kanser tedavisinde kullanılabilmesi için daha çok araştırmaya ihtiyaç var. Ancak binlerce senelik maziye sahip olan mantarı, tüketerek bağışıklık sisteminizi güçlendirebilirsiniz.


Prof. Dr. ERKAN TOPUZ

<br/><a href="http://oi58.tinypic.com/2jagikn.jpg" target="_blank">View Raw Image</a>






<br/><a href="http://oi61.tinypic.com/2cr0xa0.jpg" target="_blank">View Raw Image</a>

Sağlığınız İçin Bal Yiyin

Pankreas kanserinden korunmak için; sigarayı bırakmak, spor yapmak ve sebze-meyve ağırlıklı beslenmek gerekiyor. Kilo kaybeden hastalar ise bal ve kuru üzüm pekmezi gibi gıdalar tüketmeli. Tüm dünyada en sık görülen kanser türleri arasında yer alan pankreas kanseri; Amerika'da en çok ölüme neden olan dördüncü kanser türüdür. Amerika'da pankreas kanseri hasta sayısı 60 bine ulaşmaktadır. İstatistikler; bu hastaların 45-50 bininin 1.5 yıl içinde hayatlarını kaybettiğini gösteriyor. Avrupa'da ise pankreas kanseri nedeniyle her yıl 50 bin kişi yaşamını yitiriyor.

SPOR YAPMAK LAZIM
Sağ kalma oranının çok düşük olduğu bu hastalığa, genel olarak çevresel faktörler neden oluyor. Hastalığı tetikleyen nedenler arasında; pankreas iltihabı, şeker hastalığı ve bazı mide hastalıkları sayılabilir. Dengesiz beslenmek, aşırı alkol, kırmızı et, şarküteri ürünleri ve konserveleri aşırı tüketmek de kanser riskini artıran faktörler arasında bulunuyor. Ayrıca, radyasyona maruz kalmak, sigara içmek ve spor yapmamak da kanser riskini artırıyor.

ANİ DİYABETE DİKKAT!
Pankreas kanseri, çoğunlukla geç evrede fark ediliyor. Bunun nedeni; hastaların genellikle hastanelere geç başvurması ve doktorların gereken tetkikleri zamanında yapamamasıdır. Pankreas kanserinin en sık görülen belirtileri arasında; karın ağrısı, sarılık, iştahın artması ve bel ağrısı gibi şikayetler yer alıyor. Ciltte doku bozuklukları, derin yaralar, damar tıkanıklıkları ve aniden ortaya çıkan diyabet de şüphelenilmesi gereken belirtiler arasında bulunuyor. Hastalığın teşhisi için; bilgisayarlı tomografi ve ultrasonografi çekilmelidir. En önemlisi ise ince iğne aspirasyon biyopsisidir. Ultrasonografi; iki santimetreye kadar olan tümörleri gösteren bir yöntemdir. Tomografi ise tüm batını ve şüpheli lenf nodlarını göstermede ultrasonografiden daha iyidir.

ET ÖNEMLİ
Pankreas kanseri hastalarında en dikkat çekici konu; kilo kaybıdır. Bu hastaların sık ve küçük öğünlerle beslenmesi gerekir. Hastanın diyabeti yoksa bile beslenmesinin sıkı bir şekilde takip edilmesi gerekir. Bu hastalar; balık, yağsız kırmızı et, kümes hayvanları, yumurta, yoğurt ve baklagillerden ihtiyaçları olan proteini alabilirler. Çiçek balı ve kara üzüm pekmezi ise önemli bir besin takviyesidir. Ayrıca hastaların havuç ve portakal suyu içmesi öneriliyor. Ancak hastanın bir bardak meyve suyunu 15-20 dakikada içmesi gerekmektedir. Pankreas hastaları ayrıca semizotu, enginar, kereviz, yerelması gibi sebzeleri de tüketmeye özen göstermeliler.

Pankreas kanserinde tümörün durumunu çok doğru değerlendirmek gerekir. Küçük olan tümörün tamamı alınırsa, hastanın yaşama şansı yüzde 15'e kadar çıkabilir. Daha ileri vakalarda ise kemoterapi yapılarak tümör küçültülür. Pankreas kanseriyle ilgili yapılan çalışmalarda; kemoterapi ve radyoterapinin birlikte kullanılmasının hastanın ömrünü uzatabildiği görülmüştür. Sarılık görülen hastalarda ise stent takılarak safra kanalları açılabilir ve hastaya kemoterapi şansı verilebilir.

SOYA YAĞI YARARLI OLABİLİR
Klinik olarak pankreas kanseri tedavisi üç ayrı gruba ayrılır: Ameliyatlı tedavi, ameliyatsız tedavi ve uzak metastaz tedavisi.

ZENCEFİL
Araştırmalar; kuşkonmaz, kereviz ve maydonoz suyunun tümörleri yok ettiğini ortaya çıkardı. Ayrıca zencefilin insanlarda kanseri inhibe ettiği, soya yağının ise pankreas hücre kültürlerinde tümörü küçülttüğü tespit edildi.



Prof. Dr. ERKAN TOPUZ




<br/><a href="http://oi58.tinypic.com/2jagikn.jpg" target="_blank">View Raw Image</a>







<br/><a href="http://oi57.tinypic.com/14jqi2t.jpg" target="_blank">View Raw Image</a>

Kilolularda Kanser Riski Çok Yüksek

Kansere neden olduğu kanıtlanan obezite, doğal beslenme zincirinin bozulmasıyla hızla yaygınlaştı. Otlanmayan hayvanların ürettiği süt, yoğurt, yumurta gibi gıdalar kilo aldırıyor. Obezite, tütünden sonra kanser için en yüksek risk faktörüdür. Obezite ve kanser arasındaki bağlantı, kısa bir süre önce kanıtlanmıştır. 'Amerikan paradoksu' olarak bilinen yağ tüketimiyle birlikte artan obezite olgusu; artık Avrupa'nın tamamını, hatta İsrail'i daha fazla etkilemektedir. 1976 ile 2000 yılları arasında Amerikalılar'ın yağ tüketimi yüzde 11 oranında, aldıkları toplam kalori miktarı ise yüzde 4 oranında azalmıştır. Ancak bu dönemde obezite yüzde 31 oranında artmıştır.

BEBEKLERDE OBEZİTE
Gerard Ailhaud ve meslektaşı Philippe Guesnet; 1950 yılından itibaren sütün yapısında gerçekleşen değişikliklerin, bebeklerde obeziteye neden olduğunu kanıtlamıştır. Anne sütü ya da bebekler için üretilen sütlerle beslenen bebekler; yeterince gıda alamamaktadır. İnekler, otların en bol olduğu ilkbaharda doğum yapar ve yazın sonuna kadar aylarca süt üretir. İlkbahar otları, özellikle omega 3 yağ asitleri açısından zengin bir kaynaktır. Dolayısıyla bu yağ asitleri; otlaklarda yetişen ineklerin sütünde ve bu sütten elde edilen tereyağı, kaymak, yoğurt ve peynir gibi ürünlerde yoğundur. Omega 3 yağ asitleri aynı şekilde otlaklarda yetişmiş sığırların etinde ve eşelenerek beslenen serbest tavukların yumurtalarında da bulunur.

YUMURTA DOĞAL DEĞİL
Omega 3 ve omega 6 yağ asitlerine, 'zorunlu yağ asitleri' denir çünkü insan vücudu bunları üretemez. Bu nedenle vücudumuzdaki omega 3 ve omega 6 yağ asitlerini doğrudan yediğimiz gıdalardan alırız. Gıdalarımızdaki omega 3 ve omega 6 yağ asitlerinin miktarı yediğimiz inekler ve tavukların yemlerine bağlıdır. Eğer ot yerlerse; verdikleri et, süt, yumurtanın dengesi omega 3 ve omega 6 yağ asitleri açısından mükemmel olur. Mısır ve soya yediklerinde ise bu denge bozulur. Doğal dengenin bozulmasından tavuklar da etkilenmiştir. Bunun sonucu oladat doğal bir gıda olan yumurta, artık 50 yıl önce içerdiği zorunlu yağ asitlerini içermemektedir.

SOYA VE MISIR TÜKETİYORLAR
1950'li yıllarda süt ürünleri ve ete yönelik talep artınca çiftçiler; bir ineği beslemek için gereken otlama alanını daraltmak zorunda kalmıştır. Sığırların başlıca yiyeceği haline gelmiş olan mısır, soya ve buğday; omega 3 yağ asidi içermez. Bu gıda kaynakları omega 6 açısından daha zengindir.

OMEGA 3 VE OMEGA 6 DENGESİNE DİKKAT!
Vücudumuzdaki omega 3 ve omega 6 yağ asitleri vücut fonksiyonlarımızı kontrol etmek için sürekli yarışır. Omega 6'lar yağ depolamaya ve hücrelerin sertliğini korumaya yardımcı olur. Doğumdan itibaren yağ hücrelerinin üretimini kontrol eder. Omega 3'ler ise sinir sisteminin gelişiminde rol oynar. Hücre duvarlarını daha esnek hale getirir ve dış hasarlardan korumaya çalışır. Ayrıca yağ hücrelerinin üretimini sınırlar. Fizyolojik dengemiz, büyük oranda omega 3'lerle omega 6'lar arasındaki dengeye ve dolayısıyla beslenme düzenimizin dengesine bağlıdır. İşte son 50 yılda en fazla değişen de, yemek düzeninin bu dengesidir.



Prof. Dr. ERKAN TOPUZ