Darbe yapacağız da planımız yok!..

Çarşamba, 24 Nisan 2024 21:21 Ahmet TÜRKAN
Yazdır

“Türkiye Cumhuriyeti son 50 yılını darbelerin kaos ve karanlığında yitirmiş bir ülkedir. Bunun nedenlerini araştırmak için Osmanlı Devleti’nin son döneminde orduya bulaşan siyaset hastalığının ve Cumhuriyetin kuruluşundaki tepeden inmeci uygulamaların hatırlanması gerekir.

Osmanlının son döneminde Ordu içinde fırkalaşma ve masonik kadrolaşma Balkan harbinde müthiş bozguna ve kısa süre sonra hiç hazırlıklı olmadığımız halde birinci cihan harbine girerek Osmanlı Devletinin yok olmasına neden olmuştur.

Osmanlının enkazından Kurtuluş savaşıyla iyice yıpratılmış, 12,5 milyon nüfuslu yeni Cumhuriyetin kurulması için düşmanlarımızın en önemli istekleri olan islam’dan ve İslam Ülkelerinden uzaklaşmamız, dinde lakayt yöneticiler tarafından da benimsenerek yeni devletin batıdan onay alması sağlanmıştır. Bu konuda İngiltere Avam Kamarasında ‘Türklerin istiklalini ne için tanıdınız’ diye yükselen itirazlara Lord Gürzon; “Biz onları maneviyat ve ruh cephesinden öldürmüş bulunuyoruz. Asıl bundan sonraki Türkler bir daha eski satvet ve şevketlerine kavuşamayacaklardır” demiştir.

Türkler Cumhuriyet sonrası batıya dostça ve samimiyetle yaklaşırken, batı İslam dünyası üzerindeki kirli emellerinden hiçbir zaman vazgeçmemiştir. İslam ülkelerindeki zengin enerji kaynaklarını ele geçirmek, İslam devletlerini parçalayıp bölerek güçsüz, zayıf, küçük kendilerine bağımlı tutmak için her türlü entrikalara, siyasal, sosyal, ekonomik, askeri baskılara başvurmuşlardır. Bu baskıları bazen gizli servisleri veya ellerinde tuttukları medya organlarından sinsice, bazen de ekonomik baskı ve askeri güç kullanarak yapmaktadırlar.

İkinci Dünya savaşı sonrasında Churcil’e Yalta’da bir basın toplantısında Türkiye’nin konumu hakkında sorulan bir soruya “Türkiye’nin belirli bir ağırlığı vardır. Bu kilosunu İslam alemine ve Sovyet Rusya’ya karşı korumalıdır. Eğer Türkiye zayıflayacak olursa İslam alemine ve Sovyet Rusya’ya karşı desteklenerek eski kilosuna çıkarılmalıdır. Fakat Türkiye şişmanlayacak (fazla güçlenecek ) olursa derhal rejime tabi tutulup eski kilosuna indirilmelidir” cevabı, İngiltere’nin Türkiye’ye bakışını yansıtan bir görüştür. Komünist blokun güçlü olduğu iki kutuplu dünyada Rusya’ya komşu İslam ülkelerini Batı’nın savunması için Rusya’ya karşı kalkan olarak kullanılmıştır.

İkinci dünya savaşından sonra batının önderliğinin İngiltere’den Amerika devralmıştır. Bu nedenle Türkiye ABD’ne yaklaşma gereğini duydu. 1947 yılında Türkiye ve Yunanistan Sovyetler Birliği tehdidi altında diye Truman doktrini çerçevesinde ekonomik ve askeri yardım planına alındı. Genel Kurmay Başkanı Salih OMURTAK başkanlığında bir Türk heyeti Amerika’ya gitti. 1948’de Türkiye dünya Bankasından ilk borcunu (50 Milyon $) aldı. Marshall yardımı yürürlüğe sokuldu ve 1948-52 yılları arası 351 700 000.-$ yardım aldı.Türkiye 1950’de Kore’ye asker gönderdi. Bu birlik, ABD birliklerini korumak için çok büyük kayıplar verdi. ABD başkanı Truman yardımı 3 katına çıkardı. Sonuçta Türkiye 1951 yılında NATO’ya kabul edildi. 1952’de düşünce, finansman ve techizatını ABD’nin verdiği, Özel Harp Dairesi, Seferberlik Tedkik Kurulu adıyla kuruldu. Sınavla Türk Subayları Amerika’ya davet ediliyor, özel harp kursları görüyordu. İlk giden 16 subay arasında Yüzbaşı Alpaslan TÜRKEŞ’te vardı. Daha sonra kurulduğu ülkelerde Gladio diye isimlendirilen özel harpçiler Türkiye’de tüm ihtilallerde ve kirli işlerde görülecekti.

1927 yılında kurulan Milli Emniyet Hizmeti (MEH) teşkilatının da CIA ve diğer yabancı batılı istihbarat servislerinden yoğun parasal destek gördüğü 1955-56’larda Başbakanlık Müsteşarı tarafından tespit edilmiştir.

5 Eylül 1955’de Selanik’te Atatürk’ün doğduğu ev bombalanmış ve bir gün sonra İstanbul Beyoğlu’nda azınlıkların dükkanları çirkin bir şekilde yağmalanmıştı. Bu olayın Özel harp dairesi tarafından planlandığı yıllar sonra özel harpçi Orgeneral Sabri YİRMİBEŞOĞLU hatıratında açıklayacaktı. Planlayıcılar kahraman Türk Subayı olarak terfi ederken, olaydan haberi olmayan Demokrat Partisi iktidarı Yassıada’da bu olay nedeni ile de Anayasayı ihlalden mahkum olacaktı. 21 Ocak 1972 tarihli Daily Telegraph gazetesi CIA’in hangi ülkede darbe yaptığına açıklarken Türkiye’de 1960 ihtilalini ve 1971 müdahalesini CIA kaynaklarına dayanarak bildirmiştir. 12 Mart 1971 müdahalesinden birkaç yıl sonra, Eski Dışişleri Bakanı İhsan Sabri ÇAĞLAYANGİL 12 Mart darbesinden 3 ay önce ABD Büyükelçisi’nin haşhaş ekiminin yasaklanmasını Türk Hükümetinden istediğini ve Başbakanın bunu kabul etmediğini, ABD Büyükelçisi’nin ise çok yazık bundan fena neticeler doğacak dediğini söyleyerek çok fena neticeler belli oldu. 3 ay sonra hükümetimiz düşürüldü dedi. Darbe sonrası kurulan hükümet haşhaş ekimini kısa sürede yasaklamıştı. 12 Mart darbesi öncesi Hv.K.K. Muhsin BATUR bir ödül töreni için ABD’ye gitmişti. Soğuk savaşın en hızlı olduğu bu yıllarda ABD Türkiye’de kendi kontrolünden çıkmış sol eylemlerden rahatsız oluyordu. Bu nedenle komutana darbenin ne zaman yapılacağını sordukları yazılmıştır. 1971 darbesinde sol eylemlerde kullanılan pek çok eylemci hapislerde çürür, gizli köşklerde işkenceye tabi tutulur veya çatışmalarda öldürülürken CIA ve Özel Harpte bu eylemcileri kullananlar başarıları ile övünüyorlardı. [1]”

1974 Kıbrıs müdahalesinden sonra ABD ile ilişkilerimiz bozulunca, Org Semih Sancar Başbakan Ecevit’ten örtülü ödenekten, “ örtülü ödenekteki paranın tümüne yakın olan birkaç milyon lira istiyor”. Ecevit ne için istediğini sorunca “Özel Harp Dairesi için istediğini, daha önce bu dairenin masraflarının ABD tarafından karşılandığını, bu dairenin ABD askeri yardım kuruluşu ile aynı binada çalıştığını” bildiriyor. Ve Ecevit 12 Mart sonrası Kontrgerilla faaliyetleri ile ilişkili bu teşkilatı tam öğrenememeden iktidardan ayrılıyor.

1975–80 yılları Türkiye için terörün tırmandığı yıllardı. 1974’de terörden 4 kişi ölürken, 75 de 35, 76 da 104, 77 de 292 kişi ölüyor.
1978–79 İran,’da Humeyni devrimi ABD’nin gözlerini dört açmasına ve Türkiye’ye ayrı bil ilgi göstermesine neden oluyor. 7–8 Haziran 1980’de Gn. Kur. Bşk Kenan Evren ABD’ye gidiyor. Başkan Carter’in milli güvenlik danışmanı Zbigniew Brezinski ile görüşüyor. Brenzinski “İstikrarlı bir Türkiye istiyoruz. Ama Türkiye bu konuda iyiye gitmiyor bir şeyler yapmak lazım” diyor. 12 mart darbesinde olduğu gibi ihtilalden bir hafta kadar önce de Hv. K.K. Tahsin Şahinkaya (Dünyanın en zengin generali) ABD’de görüşmelerde bulunuyor. 11 Eylül günü öğle vakti Başbakan Demirel bir müdahale olacak mı diye etraftan bilgi toplamaya çalışıyor ama sonuç alamıyor. 12 Eylül sabahı İhtilal başarılmıştır. İhtilal başlamadan önce Ankara’da basılan taşra baskısı Günaydın Gazetesinin birinci sayfası alt yarısında üç sütuna basılmış bir yazı başlığı vardı. Başlıkta “ Ankara’da önemli olaylar bekleniyor. Avrupa’dan bir uçak dolusu gazeteci geldi.” Yazıyordu. Yani başbakanın ihtilalden haberi yokken Avrupalı gazeteciler ihtilali yakından izlemek için tam gününde gelmişti. Brezinski darbeyi ABD başkanına tiyatroda oyun seyrederken haber veriyor ve “Bizim çocuklar başardılar” diyordu.

Darbe sonu 11 Eylüle kadar tırmanarak devam eden terör olayları birden son buldu, Hükümet düşürüldü, Parlamento feshedildi, siyasi partiler kapatıldı. 650.000 kişi gözaltına alındı. “Asmayıp’da besleyelim mi?” diyerek 50 kişi idam edildi. 14.000 kişi vatandaşlıktan çıkarıldı, 229 kişi işkencede can verdiği, kayıpların sayısının ise bilinmediği yazıldı.
1974 Kıbrıs müdahalesi sonrası NATO’dan ayrılan Yunanistan’ın tekrar NATO’ya alınması Türkiye tarafından hiçbir engelleme karşılaşmadan sağlandı. Ana çatısı ile bugünde geçerli olan Anayasa hazırlandı. Anayasaya yerleştirilen birbirine zıt pek çok tuzak deyimlerle zalimlere zulüm yapma imkanı sağlandı. İhtilal sonrası Türkiye’de görev yapan ABD elçisinin İhtilalin lideri Kenan Evren hakkında hatıratında yazdıkları çok ilginçtir. Büyükelçi “ Evren çok hoş bir insandı, diyalogumuz çok iyiydi, Atatürk’e bağlı insandı. Kendisinden bir istekte bulunacağımız zaman, Atatürk’ün o konu ile ilgili bir sözünü bulur söylerdik hemen kabul ederdi.” diyor. Acaba büyükelçi başörtüsü veya bazı lisanların yasaklanması yönünde bir telkinde bulunmuş mudur?
1980 ihtilalinin Time dergisinde “Dünyanın en zengin generali’ diye kapak konusu olacak generalleri de Türkiye’ye kazandırdığını söylemeden geçmeyelim.
1990’lı yıllar Dünya komünist blokun yıkıldığı, NATO yani batı, tek kutuplu globalizmin benimsenmeye başlandığı, NATO yani batı tarafından İslam’ın düşman olarak kabul edildiği yepyeni bir dönemdi. Amerika Irak’la İran’ı 8 yıl savaştırdıktan sonra, Diktatör Saddam’ın Kuveyt’e  girmesine önce ses çıkarmamış. Daha sonra Saddam’a savaş açarak Orta Doğu’da bütün kontrolleri eline almıştı. Komünist blokun yıkılması ile tüm dünyada dinlere yönelmede artış olurken, İslam Ülkelerinde elinde tuttuğu medya ile halkı İslam’dan uzaklaştırmaya çalışıyordu. Türkiye’de o yıllarda Ali Kalkancı, Fadime Şahin, Aczimendiler, Hizbullah eylemleri, medyanın günlük senaryolarında yerlerini alıyordu. Bu arada Prof. Muammer Aksoy, Prof. Bahriye Üçok, Uğur Mumcu gibi solcu aydınlar faili meçhul suikastlara kurban gidiyor, bütün bu cinayetlerin şeriatçılar tarafından işlendiği medyada çeşitli senaryolarla anlatılıyordu. Bunlardan ilginç olanı Bahriye Üçok bombalı paketle suikast konusunda MİT tarafından eğitildikten sonra gönderilen bir bombalı paketle öldürülmüştü. En çok araştırılan Uğur Mumcu’nun  ölümü arabasına egzostla motor arasına yerleştirilen askerlerin kullandığı C-4 tahrip kalıbı ile gerçekleştirilmişti. Cinayeti işleyenler telefonla gazeteleri arayarak yığınla İslamcı terör örgütü ismi vermişlerdi. Cinayet öncesinde körfez savaşında türlü numaralar çeviren Amerika’ya karşı tepkiler artmıştı. İslami yayın yapan radyo TV istasyonları artmaya ve İslami şuurlanma artmaya başlamıştı. İmam Hatiplilerin Harp okullarına girişine imkan sağlayacak kanun teklifinin Meclis Milli Eğitim komisyonunda görüşülmesi kabul edilmişti. Ölümünden birkaç gün sonra da İran Dış İşleri Bakanı Türkiye’ye gelecekti. Cenaze büyük bir kalabalığın omuzlarına “Kahrolsun şeriat, Mollalar İran’a” sloganları ile taşınmış, Uğur’u öldürenler müthiş bir iş başarmışlardı. Bunun için pek çok provokatif olaylar MGK toplantılarına yakın olarak uygulamaya konur, MGK’da gündem konusu olurdu. Bu olay sonrası MGK’nın talebi ile özel radyo ve TV’lerin yayını durduruldu, İmam Hatiplilerin Harp okullarına girmesine imkan sağlayacak kanun teklifi reddedildi. İran Dış İşleri Bakanının ziyareti Uğur’un cenaze merasimi gölgesinde sönük geçti. Uğur Mumcu’nun şeriatçılar tarafından öldürülmediği ailesi tarafından da kabul edildi. Ama bugüne kadar kimin öldürdüğü de anlaşılamadı.
NATO’nun yeni düşmanımız İslam fikri başlangıçta Türkiye’de benimsenmedi gibi görünse de NATO’nun bir parçası olan TSK’da yeni konsept çalışmalar 1994 yılında göze çarpmaya başlamaktadır. Subay ve astsubaylardan eş ve çocuklarının resimleri istendi. Özellikle 1996 yılında Deniz Kuvvetlerinde Yunanistan ile yaşanan Kardak Kayalıkları krizi esnasında Ramazan aynının içine denk getirilerek fişleme faaliyetlerinin yapılması çok dikkat çekicidir. Eşi türbanlı başörtülü fotoğraf verenler derhal sakıncalı veya şüpheli personel listesine alındı. Bir süre sonrası Jn.Gn.Komutanı Teoman Koman kışlalarda subay ve astsubayların cami ve mescitlere gitmesini yasaklayan bir emir yayınladı. Aynı dönemde Donanma Komutanı Güven ERKAYA’da Donanma garnizonuna başörtülü bayanların girmesini yasakladı. Bu arada sivil hayatta Aczimendiler gibi provakatif olaylar devamlı gündeme getiriliyordu. Siyasi ortam ise oldukça karışıktı. ANAP’ta Genel Başkan Mesut Yılmaz güven sağlayamamıştı. DYP Genel Başkanı Tansu Çiller ekonomik krizi atlatmakta zorlanıyor, rüşvet, hortumculuk, haksız mal edinme dedikoduları iktidarı sarsıyordu. Solcu partiler birbirleri ile uğraşmaktan başka bir şey yapamıyor, Refah Partisi gittikçe güçleniyor, yeni konsepte ayak uydurmaya çalışan TSK bu durumdan çok rahatsız oluyordu.
1995 seçimlerinden Refah Partisi birinci parti olarak çıkmıştı, DYP-ANAP koalisyonu yürümemiş, ANAP Refah koalisyonu son anda askerler tarafından engellenmişti. Erbakan Çiller’le anlaşarak 96 yılında Refah-Yol kuruldu. Askerler 96 Ağustos YAŞ toplantısında Hükümete karşı ilk tavrı koydular. YAŞ’ta irticai nedenlerle diyerek 13 subay-astsubayı ordudan uzaklaştırdılar. Halbuki daha önceki toplantılarda ordudan YAŞ yolu ile ayrılanlar disiplinsiz diye ilan edilmekteydi. Bu YAŞ toplantısı sırasında ordudan uzaklaştırmalara hiç itiraz etmeyen Erbakan başbakanlık konutunda verdiği davette alkollü içki vermeyince Güven Erkaya ile rakı krizi yaşanmıştı. Komutanlar bu hükümeti istemiyorlardı. Daha önce baş tacı olan Tansu Çiller Erbakan’la hükümet kurduğu için tukaka olmuştu. YAŞ’ta ihraç sorunu çıkarmayan Başbakan’a Aralık şurasında 69 kişi sundular. İmza yine sorunsuzdu. Askerlere karşı sorunsuz davranan Başbakan sivil ortamda bu ölçüyü muhafaza edemiyordu. Konutunda bazı tarikat liderlerine verdiği iftar yemeği medya tarafından abartılarak kullanıldı. Ardından Sincan’da Kudüs gecesi nedeniyle provokasyonlar yaşandı. Sincan’da tanklar yürütülerek 28 Şubat 1997’de MGK toplantısı sonucu Refah-Yol’un ipi çekildi. 3,5 ay sonra hükümet istifa etmek zorunda kaldı. Silahlı Kuvvetler tarafında çeşitli kurum ve kuruluşlara irtica brifingleri verildi. Bunların arasında Yüksek Yargı organları da vardı. Oysa yargıyı etkilemek Anayasamıza göre Anayasal suçtu.
TSK’dan 1200 civarında subay ve astsubay YAŞ kararı ile sorgulanmadan, mahkemeye çıkmadan, savunma hakkından mahrum ve ne ile suçlandığını bilmeden yargısız infaza maruz kaldı. Bunu tasvip etmeye 10.000 in üzerinde subay astsubay da emekliliğini isteyerek ayrıldı.
İrtica fişlemesi askerlerden memurlara, polis,öğretmenlere, hatta işportacı ve kokoreççilere kadar yaygınlaştırıldı. Türkiye’de komünist Sovyet rejiminden daha baskıcı bir uygulama görüldü. Aykırı yazanlar andıçlanarak devre dışı bırakıldı. Pek tabi bu arada menfaatçi hortumcularda boş durmuyordu.
Bankaların içleri boşaltılıyor, ekonomi alt üst oluyor, önceden bazıları tarafından birçok maddesi ihlal edilen Anayasa Cumhurun başı ile Başbakan arasında fırlatılıyordu. Milli birlik ve beraberlik çok yara almıştı. Ordu, yargı, Cumhurbaşkanı ve medyanın itibarı her gün biraz daha azalıyordu.
1999 büyük depremi yanında siyasi ortamda yapılan tahribat Ülkeyi tarihinin en büyük krizine sürükledi. Ve Türkiye iflas etmişti. 28 Şubat post modern darbesi yapanlar Ülkeyi IMF’nin kucağına oturttular.  Açlık sefalet, ahlaksızlık, adaletsizlik aldı yürüdü. Batan bankaların her birinin enkazı altından ordudan irtica nedeni ile subay astsubayları uzaklaştıran çok disiplinli komutanlar çıktı.
Bazı disiplinli komutanlar ise orduya iş yapan müteahhitten 150.000$ borç alarak, veya kaynağını açıklayamadıkları paralarla mülk edindikleri tespit edildi.
Milletimiz bu pisliklerin sorumlularını 3 Kasım 2002 seçimlerinde Parlamentonun %95’ni değiştirerek siyasi mevta haline getirdi. Böylece bundan sonraki siyasetçilere dürüst davranmaları konusunda gerekli dersini verdi. [1]
Başından beri anlatmaya çalıştığımız gibi bütün darbeler iç ve dışarıda bu milletin düşmanlarının ve menfaat çetelerinin işbirliği ile hazırlanmıştır. Bu arada bazı vatanseverler farkında olmayarak kullanılmışlardır
Devrimler milletin sosyolojik, psikolojik, ahlaki, hukuki, iktisadi [2] yapısını bozmakta tedavisi çok güç sorunlara neden olmaktadır. İhtilalleri yapanlar cezalandırılmadıkça ihtilal heveslileri daima olacak, ülke bu tehditle her zaman karşı karşıya kalabilecektir.
Milli iradenin tecellisini sağlamaya çalışmak ve Milletin sesine kulak vermek her Türk vatandaşı ve yöneticisinin görevidir. Milletimiz, Meclisimiz, ve Hükümetimiz darbelerin yaralarını sarmak için üzerlerine düşen görevlerini yapmalıdırlar.
Kanunları çarpıtarak yorumlayanlara gereken cevabı vermelidirler.
Halkımız darbe planlarını bile dış kaynaktan sağlayan zavallılara paye vermeyip demokratik katılımla ve sivil toplum gücü oluşturarak elinden geleni yapmalıdır. Yüce adalet darbecilere, kışkırtıcılarına ve taraftarlarına gereken cezaları vermelidir.

Ahmet TÜRKAN

KAYNAK (1-2): Kemal ŞAHİN,”Bağımsız Türk Mahkemelerinde Yargıalnmak İstiyorum”,Sarıyıldız, Ankara,2007,S.5-8

Son Güncelleme: Çarşamba, 24 Nisan 2024 21:21